Ana içeriğe atla

Herşey karmaşık

                       HERŞEY KARMAŞIK
*BİR GÜN İÇİNDE*     
           (1. BÖLÜM ) ( kurgu öykü )

Genç kadın, düşünceli bir halde yürüyordu. Hava kararmış, ama o ne zaman karardığını fark etmemişti bile. Yanından hızla geçen bir araba, onu kendine getirmişti. Çünkü yağan yağmurun ardından, o hızda geçen bir aracın etrafı ıslatmaması imkânsızdı. Kadının da üzeri çamurlu su ile yıkanınca irkilmişti. Umurunda değildi çamura bulanan paltosu, ayakkabıları ve çamurlu elleri. ‘’Eskiden böyle bir şey başıma gelse, hele saçlarım bu şekilde kirlense, hiç şüphesiz önce öfkelenip bağırır, ardından eve koşarak gider, bir saat boyunca yıkanırdım.’’ Diye geçirdi aklından. Hoş, eskiden sabahtan akşama kadar yürümekte ona göre değildi.
Sahi onu bir günde değiştiren neydi? Sebebini her ne kadar biliyor olsa da, bir önceki gün tanıdığı kendisinden nasıl bir anda uzaklaşmıştı? Uzaklaşacağı en son kişi, kendisi olmalı diye düşünürdü hep aslında.
Tanıdığı, bildiği, her şeyi doğru yaptığından şüphesi olmayan o kadın, aniden her şeyi yanlış yapan biri olduğunu fark etmişti. Bir günde, hatta 18-19 saatte anlamıştı tanıdığı kişi olmadığını.
Başını kaldırıp, sokak lambalarına baktı. İnce ince devam eden yağmuru izledi. Saatlerdir kendisini gerçek anlamda bulmayı deniyordu. Saat geç olmaya başlamış olmalıydı ki, sokaklarda araçlar ve insanlar epey azalmıştı.  Saatin kaç olduğuna bakmak için paltosunun kolunu sıyırıp bileğine baktı ama saat yerinde değildi. Doğru ya, o hengâme içinde saatini de düşürmüştü. Çok önemli değildi saatin kaç olduğu onun için. Onu merak edecek, nerede kaldığını öğrenmek için telefona sarılacak kimsesi kalmamıştı. Bu düşünce, içinde kocaman bir sızıya sebep oluyordu. Şimdi bunu düşünmeyi bıraksa iyi olacaktı. Çünkü o artık yeni bir yabancıyla tanışmıştı; kendisi.
 Zaten saatlerdir bunu düşünerek içini acıtıyordu.  Sanki geçtiği sokakların hepsi aynı gibiydi. Değişen tek şey yanından geçen insanlardı…
8 saat önce yaşadıklarını son kez düşünecek, tek tek sıraya koyacak ve aklında boşluk bırakan o eksik parçayı bulmayı deneyecekti.
Dün sabah uyandığında her şey normaldi. 8 yaşındaki kızının ‘’ anne, hadi uyan canım sıkılıyor.’’ Demesiyle sabah saat 07.30’ da güne başlamıştı. Alarmı 15 dakika sonrasına kurduğu için, biraz daha uyumak istediğini söylese de kızının onu rahat bırakmaya niyeti yoktu. Uyanır uyanmaz, kızının ödevlerini kontrol edip kahvaltıyı hazırlamaya koyuldu. O sırada kızı durmadan sorular soruyor, o da iş yerinde yapacaklarını aklından geçirdiği için sadece kafa sallıyordu.
Yıllarca çalışıp çaba göstererek geldiği konum, onu hem mutlu ediyor hem de huzursuz ediyordu. Huzursuzluk veren düşünceleri kafasından atma konusunda çok iyiydi. Ama son zamanda karmaşık bir zihinde bunu başarması hiç kolay olmuyordu. Sabahları uyanır uyanmaz zihninin karmaşası başlıyor, gece yarısı uykuya dalana kadar devam ediyordu. Hatta rüyalarında bile çalışmaya devam ettiği çok oluyordu…
 Bu şekilde yoğun olacağını biliyordu, bilerek seçmişti işini ve yıllarca her şeyin farkında olarak çaba göstermişti.
Peki, onu bu kadar karmaşaya sürükleyen yoğunluk muydu? Yoksa akşamları annesiyle vakit geçirmek için çırpınan kızına yeterli olamama hissi mi?
Sonuçta kızı için çalışıyor, onun için daha iyi yerlere geliyordu. Bu yüzden onu yoran şey ikincisi olamazdı. Kızı da büyüyünce onu anlayacak, hatta iyi bir işi olduğu için annesiyle gurur duyacaktı.
Reklam ajans müdürü olmuştu kadın. Harika kazanan, ismi ile ün yapmış iyi bir reklam ajansıydı bu.
Üniversite okumak her zaman hayalinde olsa da bu hayalini gerçekleştirememişti. Liseyi bitirip, kafe ve restoranlar da garsonluk yaparak kazandığı paranın bir kısmını annesi ile paylaşır, bir kısmını da kenara koyar biriktirirdi. On yedi yaşından yirmi yaşına kadar aldığı her haftalıktan birikim yapardı. Ne için birikim yaptığını bilmez, belki bir gün hayali gerçek olur da üniversiteye gider diye aklından geçirse de bunun imkânsız göründüğünü bilirdi. Yine de para biriktirmekten vazgeçmezdi. İçinde her zaman bir umut vardı, umudunu kesmeye de hiç niyeti yoktu. Bir gün işten eve döndüğünde gazetedeki seri ilanlara, daha iyi bir iş bulma ümidiyle göz gezdirirken bir reklam gözüne ilişmişti. ‘’Reklam yazarlık’’ eğitimi. Bu alana karşı oldum olası ilgisi olduğundan, ertesi gün bu eğitim için gerekli şartları öğrenmiş, birikim yaptığı parayı bu kursa yatırmıştı.
6 ay süren bu eğitimi başarıyla tamamlamış, eğitim ile sınırlı kalmayıp durmadan araştırıp kendisini geliştirmişti.
21 yaşına geldiğinde, artık bir reklam firmasında, ona verilen ufak tefek işlerle sektöre adımını atmayı başarmıştı. Zamanla kendini geliştirip, yeteneklerini ortaya koydukça yaptığı işler ve konumu değişmişti; fakat bu ona yeterli gelmiyordu, hep daha yüksekte olmayı hayal ediyordu.
28 yaşına geldiğinde en iyi reklam ajanslarından, tam da hayal ettiği gibi bir teklif almıştı. Dolgun maaşlı olması bir yana, ajans müdürlerinden birinin ayrılmadan önce işini devretmek istediğini ve bu konuda çalışmalarını takip edip en doğru seçimin kadın olduğunu duyması onu fazlasıyla gururlandırmış ve emeklerinin karşılığını daha makul bir şekilde alma zamanının geldiğini düşündürmüştü.
Ajansta müdürlüğe başladıktan üç ay sonra, reklam ajansı sahiplerinden bir adam ile ilişkisi başlamış; altı ay sonra da nikâh masasına oturmuştu. Ona göre evlilik, kariyer sahibi ve sırtı yere gelmeyecek adamlarla olmalıydı. Zira annesi gibi olmamak için yıllarca çalışmıştı.
Evliliğinin ilk dokuz ayından sonra bir şeyler daha yıpratıcı, daha rahatsız edici hal almaya başlasa da, hep düşündüğü gibi : ‘’annesine benzemeyecekti.’’ Annesi nasıldı? Onu çok seven kocasının, bu sevgisinin asla ama asla yıllarca sefalet içinde iki çocukla perişan olmalarını engellemediğini anlatamadığı o kadındı annesi. Tamam, orta gelirli bir adam iken, bir takım talihsizlikler sonucu borç batağına girmiş ve tüm bunları iyi niyetinden yaşamış olsa da, onun için tek gerçek vardı : ‘’ sevgi ailemizin karnını doyurmadı.’’
30 yaşında anne oldu kadın. İdealist iş kadını olduğu gibi, idealist anne olma konusunda da kimse onunla boy ölçüşemezdi. Doğumdan hemen iki ay sonra, patronu eşi olmasına rağmen bebeğini evde bir bakıcıya bırakıp gitmek birçok annenin tercih etmeyeceği türden bir seçenekti. Kadın bunu idealleri için yaptı.  O, anneliğe daha farklı bakıyordu. Annelik onun için, kuralları iyi bilen, dürüst ve en başarılı çocuğu yetiştirmekten başka bir şey değildi. Bunun için ne gerekiyorsa yaptı kadın.
Bebeğinin ilk adımlarını görmeyen, ilk kelimelerini duymayan, gün boyu çocuğundan uzak kalıp, gece yarılarına kadar çalışan tek anne kendisi değildi nasılsa. O, başarılı bir iş kadını olmayı seçmişti.
Çocuğu için seçtiği bakıcı, en iyi eğitimleri almış ve en az iki yabancı dil öğretebilecek disiplinli biri olsun diye daha hamileliğinin başlarında görüşmelere başlamıştı. Tam sekiz aday ile görüştükten sonra dokuzuncu adayda karar kılmıştı. Bakıcı hem tecrübeli hem eğitimli hem de üç yabancı dil biliyordu. Yanında 5 yaşındaki oğlunu, okulu olmadığı zamanlarda getirecekti ama diğer adaylara bakınca bu bir sorun sayılmazdı. Hem anne olması, onu daha duyarlı yapardı…
Şimdi 38 yaşındaydı kadın. Sokaklarda dolaşan bu kadın, şu anda annesi gibi olmak için, hayata baştan başlamaya hazırdı.
Eşi, 8 yaşına gelen kızı, kızının bakıcısı, bakıcının oğlu ile ilgili olanları bir gün içinde öğrenmek zorunda mıydı? Peki, bunca zaman nasıl farkına varmadı? Tüm bunlar aklından geçerken, midesinde bulantı başladı ve saatlerdir bir lokma yemediğini fark etti. Bir tren garının önünden geçerken saati görme şansı oldu; saat 01.28’i gösteriyordu.
Son zamanlarda zihin karışıklığı ve yorgunluğu nedeniyle, eşine ve kızına sabrı kalmadığı gibi işine kendini adamış kadın durumundan çıkamıyordu. Çünkü kendisi ile ilgili başka bir hayali olmamıştı. Şimdiye kadar kendini hiç farklı bir yerde düşünmemişti. Bunu başaramıyordu. 12 saat önce öğrendikleri ile yaşadığı şok ve travma bu düşünceleri kafasına bir bir toplamıştı…
Neler olmuştu 12 saat önce? Hepsi birer rüya olsa ve bir an önce bu kâbustan uyansam ve bambaşka biri olsam diye düşündü kadın.
……………………………………………………………………… Devamı gelecek……………………………………………..

                                       Kurgu:       A.BANU OCAKSOY






Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

*HAYALLER, UMUTLAR, TEŞEKKÜR* Bekler, umut eder herkes. Mutlaka beklediği, umduğu hatta çok istediği bir şeyler vardır herkesin değil mi? Bugün o istediği olmadı diye, yarın düşlemekten vazgeçer mi hiç? Vazgeçmez... Bunun adı sabır... Bir yoldan geçerken elinde simit olan bir çocuğun simidi, acıkmış hâlde sabırla bekleyen o kuşlara nasip olur mesela... Herkes için bu böyle... Sabırla beklediğin şey, biraz da gayretinle; bilemiyorum belki çok fazla gayretinle senin oluverir... Bugün olmadıysa, uyumadan önce düşle ve yarın olacağına inan... Bugün olduysa, gözün aydın... Başka bir düşe hazır olduğuna eminim ama... Çünkü hayal etmeyi, beklemeyi, umut etmeyi asla bırakmaz yaşayan kimse... Yaşadığını anlamanın zaten iki yolu var; birincisi hayatında var olanlara teşekkür etmek, ikincisi de hep hayal etmek... Hayalleriniz gerçek olsun, teşekküre dönsün. A. Banu Ocaksoy 🍃

Herşey Karmaşık 2. Bölüm

HERŞEY KARMAŞIK (2. BÖLÜM) (KURGU ÖYKÜ) * Bir Gün İçinde * Günün başına dönelim. Saat 8.05'de kızını servise bindirip, arabasının arka koltuğuna evrak çantasını koyup şoför koltuğuna geçti. Aynasını çıkarıp, makyajını kontrol ettikten sonra 'mükemmel' görünümlü bir iş kadını olduğuna emin olup yola koyuldu. İş yerine on dakika sonra ulaştı.  Ajansın kapısından girerken, tanımadığı bir numaradan gelen kısa mesajı açıp okudu : '' mailinizde önemli bir bilgi var.İncelemenizi tavsiye ederim'' yazıyordu. Kadın zaten gece saat 02:30'da mailini kapatıp, sabah 07:45'de kontrol etmişti. Mail gönderen kişi, belli ki telaş içindeydi; yoksa neden bu saatler aralığında ''önemli'' diye nitelendirdiği bir mail göndersin ki? Odasına bir sade kahve rica edip, hemen bilgisayarını açıp mail kutusunu kontrol etti. Mail'de iki tane dosya eklentisi bulunuyordu. Açıklamada ise : '' Bakalım, hayatın gerçek miymiş?'' yazıyordu. Kadın,...

ÇIPLAK AYAKLI ÇOCUK

-Çıplak ayaklı Çocuk- Bir ilkbahar gününde, ne ısıtan ne de üşüten bir güneş doğdu. Kiminin evine girip perdeleri açtırıyor,kimi evleri aydınlatmıyordu... Birden koştu çocuk! Ayağında ayakkabı da yoktu çorap da... Nereye koştu çocuk? Umuda? Bir parça huzura belki de? Ne evine girmeyen güneş, ne de soğuk yatağı umurundaydı! Koştu çocuk... Ayağında ne ayakkabısı vardı ne de çorabı... Kucakladı mutluluğu; dünyayı kucaklar gibi! Dünyayı sığdırdı kucağına, yine koştu çocuk... Ayağına bir şey batacak olması da umurunda değildi, buz gibi taşlarda... Çünkü küçük sürprizleri kucaklaması gerekliydi! Dünyayı başka gördü, koştu çocuk... Kimsenin göremediği kadar güzel, kimsenin anlamayacağı kadar özel bakabiliyordu çocuk! Bir şey öğretti çocuk; "dünya elimizde, kollarımızın arasında... Öyle de yaşıyoruz böyle de... En iyisi umudunu asla yitirme!" Dedi çocuk. Ayağına taş değmesin çocuk! Evinde güneş hep doğsun, aydınlık ve sıcak dünya seninle olsun! Sen çok yaşa,mutlu yaşa olur mu çocu...